İsmail Fatih Ceylan yazdı | 15 Temmuz akşamı yaşananlar: Erdoğan’ın havalimanına gelmesi neyi değiştirdi?

15 Temmuz 2016 Cuma günü, saat 21.00’e gelirken sosyal medyada ve fısıltı âleminde bazı anormallikler baş göstermeye başladı. İlerleyen dakikalarda Boğaziçi Köprüsü’nde askeri araçların olduğu haberleri geliyordu. Televizyonlara da görüntüler yansıyınca, insanlar büyük bir terör olayı ihtimalini düşündü. Bir belirsizlik havaya hâkim olsa da, bir darbe girişimi olabileceği kimsenin aklına gelmiyordu.
Fakat kısa zamanda darbe girişimi olduğuna dair haberler hızla yayıldı. Aynı zamanda bazılarının telefonlarına mesajlar geliyordu. Fetullahçı bilinen kişilerden gelen bu mesajlar, “Dışarıya çıkmayın, bugün hayırlı günlere gebe askere karşı direnmeyin, ordumuza dua edin. Fetih suresini okuyun” gibi sözler içeriyordu.
Ankara’da ise Meclis kavşağında kargaşa vardı, genelkurmaydan silah sesleri geliyor, uçaklar çok alçak uçuş yapıyordu. Milletvekilleri bütün uğraşılarına rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ekibine ulaşamıyordu. Erdoğan’ın öldürüldüğüne, yurtdışına kaçtığına dair haberler dolaşmaya başlamıştı.
İstanbul’da ise en çok aranan İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’dı. Kendisine ulaşabilen önemli bir milletvekiline o hengâme içerisinde cevap verdi:
“Vekilim biz de tam bilemiyoruz ama bütün polis teşkilatını, izinde olanları dahil hepsini çağırdım. Ben ve ekibim köprüye gidiyoruz. Ne gerekiyorsa vatan ve milletimiz için geri durmayacağız.”
Darbe girişimi olduğunun kesinleşmesiyle telefonlara, “Darbeye karşı direnin, sokaklara çıkın” mesajları gelmeye başlamıştı. Çoğu genç, halkın bir kısmı sokak aralarından Vatan Caddesi’nde bulunan İstanbul Emniyet Müdürlüğü binasına koşarak, tekbir getirerek gidiyorlardı. Tankın birinden daha önce Emniyetten ihraç edilen Fetullahçı Emniyet Müdürü Mithat Aynacı, asker elbisesiyle yakalanmış, üstündeki üniforma çıkarılmıştı.
İstanbul Valisi Vasip Şahin ile 1. Ordu Komutanı Ümit Dündar ise köprüye geçiyorlardı.
Saat akşam 10.30 caddenin biraz ilerisinde, Akdeniz Caddesi’nin sonundaki kavşakta bir tank Ak Parti Fatih İlçe Başkanlığı binasının önünde biriken halktan çekinerek bir ileri bir geri gidip geliyordu. Emniyete doğru harekete geçerken, bir helikopter sesi duyuldu. Helikopter emniyet binasına iniş yapmaya çalıştı ancak polisler helikoptere yaylım ateşi açtıkları için inemedi. Emniyete inemeyen helikopter bu sefer Vatan kavşağına inmek için ilçe binasının önüne doğru doğru geldi. Kavşağa inmeye başladı. Yere birkaç metre yaklaşmıştı ki bütün kalabalık helikopterin üzerine doğru hücum etti.
Halk, yere birkaç metre yaklaşan helikopterin üzerine atlamaya çalışıyor, neredeyse sıçrayıp helikopterin ayaklarını yakalayacak gibi vaziyet oluşturuyordu. Helikopter inmekten vazgeçip yükselmeye başladı. Yükselen helikopterin kapısında bulunan ağır makineli tüfekle ateş açılınca bir kişi öldü, bir kişi yaralandı, helikopter uzaklaştı.
Emniyet Müdürlüğü çevresi ve Vatan Caddesi akın akın gelen insanlarla dolup taşmıştı. Polisler buradaki saldırının püskürtüldüğünü, İBB’nin karışık olduğunu, oraya gidilmesi gerektiğini anons edince, kalabalığın bir kısmı Saraçhane’ye doğru yürümeye başladı.
Saatler 00.25 gibi Erdoğan CNN’e bağlanarak halkı sokağa davet edince ülkenin her yerinde insanlar sokaklara döküldü.
Saraçhane’de işgal edilen belediyeyi kurtarmak için yola koyulanlar, Kıztaşı’na geldiklerinde İBB binasından silah seslerinin geldiğini duyuyorlardı. Hatta arabayı sıyıran mermi vızıltılarına şahit oldular. Medikal Park Hastanesi’nin önü mezbahaneye dönmüştü. Hastanenin önü kapısı, koridorları yaralılarla, can çekişenlerle doluydu. Acil bölümü tam bir can pazarıydı.
Şehzadebaşı Meydanı, İBB önü ana baba günüydü. Çeşitli kamyon ve tankerler belediye ile Fatih arasına siper yapılmıştı. Ara ara çatışmalar oluyordu. Polis müdahale için tetikteydi. Özel harekât başka bir yerde görevde oldukları için bekleniyordu. Buna rağmen çatışmalar silah sesleri devam ediyordu. İnsanlar vuruluyor, yaralanıyor, ölüyordu. Bazı arkadaşlar vurulanları hastaneye ulaştırmaya çalışıyordu. İstanbul’un göbeğinde İBB’nin içine girmiş darbeciler, pencerelerden dışarıya milletin üzerine yaylım ateşi yapıyordu. Ölen çocuklar bile vardı.
Gece 03.00 gibi belediye kurtarılabildi. Başkanlık bölümü perişan vaziyetteydi. Teslim alınmış darbeciler başkanlık binasından büyük binaya geçişteki koridorda bulunan merdivenlerin arasındaki boşluğa kapatıldı. Kapıda özel harekât polisleri bekliyordu. Vatandaş polislerden o darbecileri istiyordu. Öfkeli vatandaşı yatıştırmak zor oldu. İBB sabaha karşı temizlenebildi.
Gece yarısı itibarıyla ülke çapında darbecilere karşı yapılan tutuklamalar, açılan soruşturmalar ve teslim almalar arttıkça karşı tarafında mukavemeti baya düşmeye başlamıştı. Bir süre sonra ortalık yatıştı.
15 Temmuz gecesinin en mühim sahnelerinden birisi Çengelköy cephesinde yaşanan, daha sonra videosu yayınlanan bir sahneydi. Kuleli’den bir gurup asker yolu kesmişti. İlerde Çengelköy Polis Karakolu vardı. Karakolun önü polis vatandaş karışık tahkim edilmişti. Yolu kesen sözde askeri birlikler, karakolun önündeki vatandaş tahkimli polislerle arasında çatışmalar yaşanıyordu.
Yolun kenarında bir apartmanın gölgesinden çatışmayı izleyen vatandaşların içinden, iki eliyle kavrayıp bedenine yapıştırarak korumaya çalıştığı 7-8 yaşlarındaki çocuklu bir kadın, biraz da caddeye doğru çıkarak askerlerin amiri pozisyonundaki kişiye:
“Oğlum yapma, polise ateş etme, bak orada insanlar var, sen bu milletin askerisin, polis senin kardeşin!” diye haykırdı.
Çatışmanın sükûn bulduğu bir anda askeri birliğin başındaki sözde komutan, kadına dönerek bağırdı:
“Sus be kadın dırdır etme, kes sesini! Bir şey yapacaksan Türk askerine Fetih Suresi oku!”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın havalimanına geldiği duyulunca, insanlar istikameti Yeşilköy- Atatürk Havalimanı’na çevirdi. Havalimanına giden yollarda kalabalık kitleler, arabalarla ve yayan kilometrelerce uzayan bir kuyruk oluşturmuştu.
Cumhurbaşkanının bulunduğu Devlet Konukevi tarafı kısa zamanda aşırı kalabalıkla kilitlendi. Devlet Konukevi’nin apron tarafı cumhurbaşkanlığı araçlarıyla ve yakın korumalarla çevriliyken, şehir tarafına bakan alanda biriken yüzbinlerin coşkulu sesleri yeri göğü inletiyordu. Erdoğan ve yakınındakiler Devlet Konukevinin basın açıklaması yapılan salondaydı. Orası biraz daha genişçe bir yerdi. Klimalar çalışmadığı için anormal bir sıcak hava vardı.
Bu ortama rağmen Erdoğan kravatını bile gevşetmemiş ceketi üzerinde görüşmeler yapıyor, olayları takip ediyor, bilgi alıyordu. Hava aydınlanmaya başladığı bir vakitte, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar henüz darbecilerin elinde olduğu için, Cumhurbaşkanı, Ümit Dündar Paşa ile görüştü. “Paşam Komuta sende, yazını da yazıyorum” diyerek Ümit Dündar’ı Genelkurmay Başkanlığı’na getirdi.
O gün orada bulunanlar, Erdoğan’ın MHP lideri Devlet Bahçeli ile de sıkça görüştüğüne tanık oldular. O zamana kadar birbirlerine ağır eleştiren iki isim, darbe gecesi yaptıkları görüşmelerle yaşanan gelişmelere karşı işbirliği yaptılar. Denebilir ki, Cumhur İttifakı’nın temeli havaalanında bu görüşmelerle atılmış oldu.
Bu arada orada bulunan bakanlar, milletvekilleri sürekli görüşmeler yaparak hem hasar tespiti, hem de vaziyetin geldiği son durumu değerlendirmeye çalışıyordu. İşte şurası teslim alındı, burası halloldu, şunlar tutuklandı gibi akan bilgiler Cumhurbaşkanına aktarılıyordu. Saat 04.15’te ses otobüsünün mikrofonundan konuşan Erdoğan F-16’larla uçağının tecrit edilmeye çalışıldığını belirten açıklama yaptı. Darbecilerin işgalci olduğunu ve bu ülkenin onlara bırakılmayacağını söyledi
Konuşmadan sonra tekrar içeri girdiklerinde yakın koruma ekibinden biri telaşla içeri girdi.
“Efendim iki tane helikopter yaklaştığını haber aldık.”
Erdoğan özel kalemi ve yakın koruması Muhsin’e baktı:
“Kim geliyor bir bilgimiz var mı?”
Onlar:
“Hayır efendim helikopterle beklediğimiz kimse yok” dediler. Zaten hava sahası da trafiğe kapalıydı.
Anormal bir durum olduğu ortaya çıkınca silahı olanlar hep birlikte apron tarafına çıktılar. Cumhurbaşkanlığı koruma ekibi, orada bulunan özel harekât polisi yaklaşık 7-8 dönümlük bir alana dağılıp kimisi muhkem duvarları, kimisi zırhlı araçları siper alarak gelen helikopterlere karşı nişan almaya başladı. Herkes nefesleri tutmuş eller tetikte bekliyordu.
Hava Harp Okulu istikametinden gelen helikopterler yaklaştı yaklaştı. Bu arada koruma amirlerinden biri, gelen helikoptere de görünmek için boşta duran bir uçak merdivenin üzerine çıkmış, bir elindeki tüfekle nişan almış bir vaziyetteyken, bir yandan da öteki elini “Gelme, yaklaşma ateş edeceğiz” der gibi sallıyordu.
Helikopter yaklaştı, yaklaştı, 150-200 metre tüfek menziline girdi. Alandakilerle helikopterdekiler göz göze gelmiş gibiydi. Açık kapısından ağır makineli tüfekleri insanların üzerine çevrili olan iki helikopter ani bir manevrayla sola doğru yatarak dönüş yapıp uzaklaştılar.
Helikopterdekiler iyice yaklaştığı vakit aşağıdan kendilerine çevrilmiş belki 200 civarında irili ufaklı tüfek, bir o kadar da tabancalı insanı net bir şekilde görünce çekinmişler ve kaçmışlardı. Çünkü silahlı olanlar belli bir noktada değil büyükçe bir alana dağılmış vaziyetteydi. Helikopterler gidince herkes derin bir oh çekti.
Darbenin beli kırılmış olmasına rağmen, sabahın o saatlerinde böyle bir teşebbüsün olması gözü dönmüşlüğün bir göstergesiydi. Ortalık durulunca, tekrar içeriye geçtiklerinden bir süre sonra benzer bir ihbar daha geldi. Ama bu sefer gözle görünür bir şey yoktu. Aslında böyle bir girişim olmuş fakat bu helikopterleri etkisizleştirmek için Balıkesir hava üssünden F-16’lar havalanmış. Balıkesir’den havalanan F 16’ların helikopterleri yakalaması 4-5 dakika gibi bir kısa zaman alacağı için, helikopterler geri gitmişler. Muhtemelen Yunanistan’a kaçan helikopterler onlardı.
Devlet Konukevi’nde olağanüstü hayat devam ediyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan bazen bulunduğu odadan çıkıp koridordaki arkadaşlarla konuşuyordu. Helikopter olayından etkilenen ekibi endişeliydi. “Başkanım sizi aşağıya bir yere alsak” diyorlardı. Bulundukları yer tek katlı bir yerdi. Belki de tavan beton bile değildi. Tavan ve çatıdan basit bir merminin bile geçebileceğini düşünüyorlardı.
Benzer bir saldırı olursa ve orada bir facia yaşansa, Erdoğan’a bir şey olsa bütün direniş kırılabilir diye kaygılanmışlardı. Çünkü dışarda yüzbinler, Türkiye’de sokaklarda sabahlayan milyonlar Cumhurbaşkanına karşı gerçekleşebilecek böyle bir saldırı karşısında moral olarak bir zaaf yaşayabilir ve darbeciler başarılı olabilirlerdi.
Erdoğan bu teklif karşısında şehir tarafındaki halk kalabalığına baktı.
”Aşağısı bu yüzbinleri alır mı?” dedi. “Millet dışardayken, ben aşağıya inmem.”
Havaalanında bu olaylar yaşanırken çoğu yerde darbecilerin derdest edildiği haberleri geliyordu. Boğaz Köprüsü’nü kontrol eden darbeci askerler teslim olmuştu. Kimi yerlerde çatışmalar sürse de darbe girişiminin başarısız olduğu artık belliydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, saat 06.25’te Atatürk Havalimanı önünde halka seslendi. Durum normalleşene kadar halka havalimanından ayrılmamaları çağrısı yaptı. Darbe girişimini sert bir dille eleştiren Erdoğan, ayrıca halka durum normalleşene kadar havalimanından ayrılmamalarını istedi.
Saat 14.00 civarı TBMM’nin normal bir şekilde açıldı haberinden sonra Erdoğan Kısıklı’daki evine geçti.
Daha önce cemaat, 2013’ten sonra Paralel Yapı diye anılan Fethullahçılar 15 Temmuz darbesinin ardından, Fethullahçı Terör Örgütü ilan edilerek FETÖ olarak anılmaya başlandı. 7 Şubat 2012, 2013 dershanelerin kapatılması, 17-25 Aralık yargı ve emniyet operasyonlarında geniş bir kitleyi kaybeden Fethullahçılar, darbe girişimiyle büyük bir nefretin muhatabı oldular. “Cemaatin içinde derin bir cemaat var, 7 Şubat’ı, 17-25 Aralık’ı onlar yapmıştır” düşüncesinde olanlar bile bu düşüncelerinden vazgeçti.
Fethullah Gülen ve yanındakiler darbeyle ilgilerinin olmadığını iddia ettiler. Gülen, “Adil Öksüz kim tanımıyorum” dedi. Oysa bütün cemaat mensupları bunun doğru olmadığını biliyorlardı. Fakat her şey ortada olduğu ve aslında herkes her şeyi bildiği için inandırıcı olamadılar, daha çok nefret kazandılar.
Bir süre sonra darbeyi Erdoğan’ın yaptığını söylemeye başladılar. Kalan cemaat mensupları buna inanmaya hazırdı. Ancak yıllar geçtikçe, kendi içlerinde cemaatin adım adım darbeye sürüklendiğini yazmaya, konuşmaya başladılar. Son zamanlarda ise Hulusi Akar’ın kendilerini aldattığını, sattığını dile getirenler var. Şimdilerde ise, aslında Hulusi Akar’ın hiç mektup yazmadığı, mektuplarda Akar’ın parmak izi çıkmadığı için Gülen’in yıkıma uğradığı, suskunluğa gömüldüğü, Akar adına cemaatten birilerinin mektup yazdığının ortaya çıktığı gibi şeyler konuşuluyor.
15 Temmuz’un üzerinden 9 yıl geçti. Fakat darbeyle yüzleşme konusunda cemaat içinde bir adım bile atılamadı. Gülen’in ölümünden sonra Al-i Heyet suskunluğunu sürdürüyor.
Bugün cemaatin büyük kısmı bu konuda oldukça üzgün, bu yenilgiden daha ağır geliyor bazılarına. Çünkü adını vermeyen birinin yazdığı gibi, Ammar bin Yasir veya Mu’sab bin Umeyr olarak kalmak varken Amr Bin As olmayı tercih ettiklerinin farkına vardılar.
Medyascope